19 Ocak 2011 Çarşamba

Lear

Bir uzun hikayemi var. Felsefi açıdan Marksist Şair Lear. Başkalarının hayatında figüranlık yapmaktan kendi hayatını ihmal etmiş Theodore. Ukalaca düşünür William. İlk bölümünü ya da ne yapmak istediğimi paylaşacağım birazdan. Lear ile ilgili ilk bölüm bu. Hâlâ yazıyorum. Şu Şamanizm konuda bilgili birileri bana ulaşabilirse iyi olur. Evet bir Şaman köyünde ilham arayacak Lear, ve diğerleri kendine göre olanları.

-


-1-

Önceki gezide aldığı yarasının izi koluna artık bir dövme gibi yazılmıştı. Hiç bir zaman anlamadığı desenli dövmeler gibi durmuştu, aslında doğanın kendisine böyle bir şey hediye etmesi hoştu.
İnsanların bazen isteyip yapamadığı şeylerin kendisine istemsiz bir şekilde gelmeleri, mesela kozalak toplamak yerine rüzgârın kozalağı getirmesi gibi iyiydi.
Öte yandan bu tür geziler yapmaya ve bu yaralara alışmaya mecburdu. Hep aynı yerde bulunanın aynı fikirleri olacağına inanıyordu. Hayal gücü fazla geniş olmaması bu unsuru kendi açısından destekliyordu.
Yani sadece yerini değiştirenin başka fikirleri olacağına inanıyor, bilincini açmış bir adamın ayrı pencerelerden yaklaşacağına inanamıyordu. Pencereler ona göre değildi, kendini hapsetmek istemiyordu.
Bağlılığa olan korkusu gazetecilik üniversitesini sonuncu sınıfta terketmesiyle desteklenmişti arkadaşları tarafından. Okumaya devam ederse gazeteci olacağına inanıyordu.
Şairane yönünü baltalamaktan korktu. Bilinçaltında yetenekleri kazanılmış bir kale olarak gördüğünü kendi benliğine itiraf edemiyordu.
"Desenli şeylerden nefret etmene rağmen bu desenli yarayı göstermek için gömleğinin kolunu sıyırıyorsun Lear."
Haklılardı, desenli şeyleri sevmesine rağmen nefret ederdi Lear. Lüks studio dairesindeki herşeyi düz renkti. Elinde olsa bütün kitaplarını tek renke boyuyacaktı.
"Bence Lear'ın yaptığı biri şu yaraya nolduğunu sormasını sağlamak, ardından onun üzerine yazdığı şiiri ve şairane anısını okumak." dedi Pattie.
Aslına bakarsanız biraz haklıydılar, çünkü Lear yazılarından bahsetmeyi, kendi fikirlerini; düşüncelerini anlatmaya bayılırdı.
Normal hayatta da bazı deyişlerini tirat olarak adlandırır. İlk defa tanıştığı bir arkadaşının yanında istemeden de olsa bir tirat atar, arkadaşının tirat diye nitelendirmesini beklerdi.
Linda'dan da bu yüzden hoşlanmıştı. Bir kaza olmuş, onun ardındaki Lear bir tirat atmış, kızı tavlamıştı. Linda erkeğini kendine bağlanmasını istemezdi. Ama bazı şeylerde onun üstüne gitmekten
ve onu bazı şeylere yönlendirmekten hoşlanırdı. Oyuncu olmasından ötürü sıkı bir hafızası, güzel bir sesi vardı. Oyuncu olmasından ötürü olmayacak ki iyi bir kalçası da vardı.
Lear bu üçünden de etkilenmişti. Kadınına sevdiği şiirlerini ezberletir, sonra arkadaş toplantılarında ona okutmaktan zevk alırdı. Lear'ın oyunculuğu sahnede açılmaz, gerçek hayatta da dikkatli gözlemcilerden kaçmazdı.
Şiirlerini okurken Linda, Lear utangaç heyecanlı bir çocuk kostümünde gizlenir. Alkışlanınca tiyatrosundaki kahramanı oynamaktan çekinmezdi.
Yalnız gerçek hayat tiyatro olmayacak ki; bazı konuşmalarını bitiremeden dayak yediği de oldu.
"Linda, lütfen. Pattie, evet dediklerimden zevk alabilirim ancak hasta da değilim onları söylemeye."
Theodore gülümsedi. Theodore en yakın arkadaşıydı Lear'ın. Her durumda yanındaydı. Yanlış yapsa yanlışını korkmadan söyler. Lear küssede yanından ayrılmazdı.
Lear'ın onu sevmesinin nedenini bir yana bırakırsak Theodore Lear'ın deliliklerinde kaybolmuş doğru adamı canlandırmaktan; tiyatro da yaşamaktan zevk duyuyordu.
Zengindi, şehrin bir özel tiyatrosunun sahibinin oğluydu. Aynı okulda okumuşlardı Lear'la, üçüncü senesinde edebiyatı bırakıp konservatuara geçmişti.
Orada Linda'yla tanışmıştı. Linda'nın aşık olacağını biliyordu Lear'a. Belki hayatına heyecan katmak için belki de gerçekten arkadaşını düşündüğü için yardım etmişti.
Theodore'u dediklerinden anlamak; kelimelerinin anlamını kavradığımızı var sayarsak çok doğrucu davuttu, gerçek. Ama içteki kendi benliğinde ki Theodore farklıydı.
İçindeki Theodore, Lear gibi dışarlarda gezmek yerine; kurgularda gezmeyi tercih etmiş. Ama bu tiyatro dostluğunun üçü de bilincin gerçekliğinde gezmeyi tercih etmemişlerdi.
"Belki de gerçekten tekrar tekrar dinlenmeyi hakediyordur. Bak Lear; William, Pattie ve Lucy ilk kez buradalar, aramızda. Anlatsana" dedi Theodore.
Boğazını temizledikten sonra kafasını kaldırdı, kadehini biraz ileri itti ve dirseklerini masaya koydu. Sağ elini baş parmağını ilave etmeden yumruk yaparak, sol eliyle kapattı. Kollarını bitişik o halleriyle vücuduna yapıştırdı.
Böylece sol kolundaki yara rahatlıkla gözüküyordu. Kafasında; arada parmaklarını birleştirip kolları inmiş bir şekilde, arada kollarının jestlerine izin verir şekilde konuşacağının planını yapıyordu.

"Gezisindeydim doğanın ve fikirlerin,
İstiyordum ilham gelsin buradan,
Ama biliyordum ki orada yaşayanlar gibi olmazsam,
İlham yuvası olamam.
Ve Onların kıyafetini giyip ben Lear
Aradım herkesin içmesi için su,
Dere kenarında çekerken kovaya suyu,
Bir yılan bana doğru doğruldu.
Saldırdı kolumdan acımasızca,
Ve ben Kahraman Lear,
Suyu almadan terketmedim dereyi gayet insanca.
Pratikten gelen fikirlerim kafamda ışıklar yakıyordu elbet,
Ama yanıyordu canım beklemek zorundaydı bir müddet.
Doktor köye uzaktı biraz ama,
Onlar gibi iyileşmek istedi Lear amca!
Birisi kolumdan zehri almak için eline bıçak aldı
Hem deşerken, hem zehri çıkarttı
Ve budur hikayesi Lear'ın, yarası hakkında doğanın"

Linda doğruldu, her zamanki gibi anısından sonra şiirini okuyacaktı Lear'ın, insanların yüzüne bakarak okumaya başladı;

"Süprizlidir yaşam elbet,
Sevmek ile sevmemek,
Bu yaşamdan ibaret.
Bazen sevmediğin,
Değerlidir başkası için.
O zaman sevmediğin şeylerini,
Kendin için değil sahipliğin,
Başkaları için."

Ekibe yeni katılanlar hayran hayran bu ikiliye bakıyorlardı. Şiir bitmeden yarısı okunmuşken alkışladılar. Lear ukalaca, "Bu sadece bir kısmı" dedi gülümseyerek. İçindeki ukalalığı masum davranarak gizlemeye çalışmıştı.
Lucy güldü, "Gerçekten birbirinizi birbirinizin yolunda tamamlıyorsunuz." Dışarıdan bakılınca böyleydi tabii. Ama ne mutluluklar vardır ki dışarıdan acı bile olsa içeriden bal gibi tatlıdır.
Theodore Lucy'den hoşlanmıştı. Lucy gazeteciydi. Bir gazetenin kültür sanat ekinde fotoğrafçı olarak başlamış, orada sonra köşe almıştı. Hırslıydı, ama uysaldı.
Lucy güzel olmaya çalışmazdı, ama engelleyemediği bir güzelliği, içten gelen bir masumiyeti vardı ki o O'nu güzel kılardı.
Lucy'nin uysallığı aslında Theodore'un yararına olmayabilirdi, su gibiydi Theodore. Herkesin yaşamında yardımcı rol olurdu.
Oysa ki Lucy başkalarının hayatına uyum sağlardı. Yalnız taklit yapmazdı, O hep O'ydu. Theodore bir aşığı oynuyordu şimdi; onun içinde de olan bir kibrit yanığını; yangına çevirenleri taklit ediyordu.
Ama içte ki sadece yanan bir tekcik kibritti. Eğer sigarasını elde etseydi, biraz uzun sürerdi, ama sigara elbet biterdi. Kendiliğini kaybeder ki belki. Ama bu sigarayı hala istiyordu Theodore.
Böyle bir şey yaşamamıştı, ve büyük ihtimalle sadece oyunculuktan öteye gitmeyecekti. Oyuncular gibi sahnede de O adam olmayacaktı. Ama deneyecekti. Denemek kelimesi Theodore'u delirtirdi.
Denemek, bir şeyi yapmak. Yapmaya çalışmak. Her hangi bir şey! Anlatılmadan yaşamak. Bu manyaklık gibi bir şeydi gözünde. Gerçi Lear gibi bir adamın arkadaşından ne beklenir.
Lear ise deneyimleri amaç olarak değil araç olarak kullanıyordu. Her şeye bağlanmaktan sıkılan bu adam doğaya, ya da arkasındaki bilince bağlı kalmıştı.
Ancak bilincini nasıl açtıysa bir tarafını öyle kazınmıştı ki görülmüyordu, göremiyordu bu tarafı. Gösterenlere de Linda, Lear'ın hayatını anlatıyordu.
Linda adeta kayıt makinası gibi olmuştu yanında Lear'ın. Bazı müthiş detaylar olan ülkelere Linda'yı da götürür. Linda detayları görür ve Lear'a gösterir. Ya da anlatır olayı.
Lear'la ertesi gün oraya gidip olayın tekrarlanmasını beklerler. Tekrarlanana kadar kalırlar. Mesela Hindistan'da o büyük yağmurlar tekrar etsin diye 1 yıl kalmışlardı.
O "Hindistan Hikayesi" kitabında özlem duyduğu şey aslında Lear'ın fikirlere olan bağlılığı. Yani bir şeye alıştırmış kendini, onun aracı olmuş para artık.
Hindistan hikayesi Amerika'da ve Avrupa'da büyük yankı uyandırdı. Genellikle gençler ve yaşlılar almıştı o hikayesini. O yüzden pek bir gurur değildi Lear'ın gözünde.
Ama anlatmak, ve oradan parçalar almak gerekirse kim olduğunu anlamak için Lear'ın. Buyrun Hindistan hikayesine.

-2- *Hindistan Hikayesi Kitabından*

Birçok Tanrı tek tip insan,
Aynılar nereden bakarsan,
Uzaklaşmazlar birbirlerinden anlarsan,
Tanrıların soyu kimden, tek bilen Tanrı Şan.

Ben ve sevgilim heyecanlıydık göreceğimiz için farklı bir yeri. Ama bilmiyorduk farklı olan insanlar mı yoksa sahipleri mi? Öğrenecektik elbet bu gezide. Yelpaze Tanrısı müsade ederse.
Uçakta okuyordu çoğu kişi Hindistan kitabı. Görmek yerine kendi gözleriyle orayı, tercih ediyorlardı görmeyi yazıları. İzledim hep kitap okuyanları. Biri de gülümsese Hindistan ada oluverse!
Hindistana geldik ve otele yerleştik. Turist rehberimiz sayesinde çoğu Hint yerini öğreniverdik. Benim ilgimi çeken bunlar değil, manastır ve Tanrılar.
Bir manastıra girdik ve korkuyordu pek çoğu. Çoktu Tanrılar memnun etmek hepsini pek zordu. Mumlar vardı her yerde Elektrik Tanrısı kötüydü Mum Tanrısından heralde.
Sevgilim ayrıldı yanımdan ve gelmedi uzunca bir süre. Korktum Aşk Tanrısı bana küstü diye. Gelince yanıma sırılsıklam. Dedi büyük yağmur bu Gök Tanrısından armağan.
Ertesi gün olmak için sırılsıklam, tekrar geldim manastıra korkumlan. Gök Tanrısına göz kırptım sinirlendirmeye çalıştım ama, zekiymiş yağdırmadı yağmuru bu güzel havada.
Yağmuru bekliyordum ve bir büyücüye gidebilirdim yağmuru yağdırması için. Merak ediyordum tatmayı dünyanın en büyük yağmurunu.
Çünkü insanlar yağmurları refah olarak algılarlar aşıklar yağmurlarda bakışırlar. Yağmurlardır şarkılar. Gökten yağan notalar.
1 hafta oldu yağmur gelmedi. Gök Tanrısı beni epey sinirlendirdi. Rahip gördü beni başladı anlatmaya "Gök Tanrısı sadece gerektiği zaman yağdırır yağmuru, hasatın belirli zamanlarında"
Ben ise gittim emekçi kardeşlerimin yanına. Bir hasat yapmak istedim amerikan tohumlarıyla. Onlar ise beni kabul ettiler zevk duydular. Devrimden bahsedişimden huzur duydular.
Eşitlik Tanrısı iyiymiş güzelmiş ama. Ekmeği aça da toka da eşit dağıtırmış zamanında. Şimdi ölmüş yerine Adalet Tanrısı geçmiş, devrim yakındır bekleyin beni demiş.
Başlatmak lazım bu ülkeden devrimi. Bunlar bir avuç devrim delisi.

Ve yağmuru beklerken ben bu uçsuz topraklarda,
Bir devrimi bekleyen işçi olmuştum aniden.

Ve tam 6 ay geçti hasat küçük yağmurlarla geldi verdi. Hasatları topladım nasır tutmuş ellerimde. Analiz yapamadım yağmurun özlemiyle.
Bazıları dedi ki Kader Tanrısı dostudur Aşk'ın. Özlem Tanrısı ister kendine tapınmanın. Kaderin bu duy özlem. Korkma yağmurlar pek yakında...

...Ve geldi tam 1 yıl sonra yağmur! Aman doğa bu nasıl bir yağmurdur. Yağdı ve dolup taşırdı herkesi. Ben ise ortada bekleyip tattım Hintlilerin kötü kaderini.
Bu bir kader midir yoksa zevk mi? Kaderi zevke dönüştürmek kaçınılmaz değil mi?

Yağmur gibi yağ insanların umuduna
Başkaların kaderi senin hemen ucunda
Gökten gelmene gerek yok yağmur için burada
Yerden doğman yeter bir ufak imdada.
Hasat gibi ek umutları insanın koynuna,
Bir devrim işçisi toplayıp pratiği fikre çevirir sonunda.
Ben sana güveniyorum dostum unutma.
İnsanların umudu senin yanı başında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder