20 Şubat 2011 Pazar

Kaptanın Cenaze Töreni

Kafam dağınık bu aralar. Öylesine yazdığım bir hikayemi paylaşıyorum. Pek gurur duyduğumu söyleyemem.

-


"Denize bakan ama çok yalnız olan bir şehrim var. Belki çiftler bakınca dolu dolu görüyorlardır. Ben genellikle denize yalnız bakarım. Çok pürüzsüz, çöpsüz çupsuzdur. Kendime benzetirim. Arkama bakınca hiç pişmanlığım
yok. Kurallara göre oynayan bir adamım ben. Biraz safım ama. Kuralları asla değiştirmedim ve çaba göstermedim. Yeni öğrendiğim şeyleri kurallarıma katmadım ve kurallarımla yalnız kalmadım.
En korktuğum ve nefret ettiğim şey pişmanlık. Bunu yalnız bütün duygulardan arınmışken söyleyebilirim. Ama yeri gelir bi' duyguya saplanırım, duyguyu hiç düşünmeden mantığımla savaşırım.
Ardından yine gelir en nefret ettiğim an, duygumla savaşmak. İşin kötüsü yeniliyorum. Yenilmekte isterdim hani, haksız değil. Ama yenilsem yeni bir savaşa kalkmıyor ki. Hadi düzeltelim şu işi.
Yok öyle şey. Yenilmiş bir biçimde savaştan çıkan ölü askerler gibi oturuyoruz. Bu arada orospu çocuğu duygulara yönelik prim yapan yazar bozması çakallardan nefret ederim.
Şerefsizin evlatları prim yapıyorlar ya. Bunun sebebi de bizleriz zaten. Neyse ben de ne anlatıyorum. Cenaze konuşmam. Evet.

Limanın yanındaki kafede garsonum ben. Kaptan ve arkadaşları genellikle buraya takılır. Öhm. Bizim kafenin altında pavyon demeye gücüm yetmeyecek, böyle amerikanvari bir bar var.
Hani amerika pavyonları gibi. Hiç gitmedim birleşik devletlere, ama karıların çoğu ordan getirme. Zaten blues midir, blues rock mudur, bir şey çalıyorlar. Anlamaya akıl sır ermez.
Bizim eski patron ülkemiz cumhuriyet sistemine geçmeden önce ki kralın yiğeninin oğluydu. Kral yiğenine kendi yaptığı bu limanın yanındaki arsaları tahsis etmiş.
Çok iyi bir adamdı. Namazında niyazında tabiriyle. Ondan bu yeri kızının kayınbabası aldı. Erkek çocuğu olmadı bizim ex-patronun. Yeni patronun oğlu 5 sene geçmeden öldü.
Patron gelinini kendine almak istedi. Almakla kalmadı ondan bi tane çocuk yaptı. Çocuğu amerikalarda okutmak istedi. Gönderdi amerikaya. Tüccar kafalı aile. Okur mu? 2-3 bara girdi geldi. Kafenin altını bar yapmak istedi.
Sonra bizim kafenin altındaki deponun duvarlarını yıkıp, limana gizlice sokulan konteynırlar buldular. Eroin dolu işi. Önce polise şikayet etmek gerekir diye şikayet edecekti. Sonra polisle anlaşma yapıp,
bizim alt depoyu genişletti. Konteynırlar hala sağda solda gizlenir, malların bir kısmı bizim amerikan pavyonunda satılır. Neyse. Kaptan çok sık gelirdi buraya. Hem pastahaneye hem pavyona.

Benim masum ve saf bi suratım varmış. Kaptan öyle derdi. O yüzden Kaptan "Sana hayatta ki gerçekleri öğreteceğim." derdi. Hayatta ki gerçekler zaten hayattadır diyince, "Hayatın öncesinde; hayatın içinde ama aynı
zamanda hayatın dışındadır. Tanrının çivi kullanmadan astığı panosundadır." "İğne." derdim bunu deyince kaptana. Bizim burada da bazen öyle sağa sola asılması gereken ilanlar oluyor. İğneliyorum onları.
Ya da şeften 5 lira alıyorum. Cikletler alıyorum. Çiğneyip altına yapıştırıyoruz. Gerçi Kaptanın Tanrısının sakız çiğnediğini sanmam. Pipo tüttürüyordur. Yönetmen arkadaşı vardı. Arada gelirlerdi.
Ona göre kader senaryoydu. Bir keresinde ek para için sadece şu mikrofonları tutmamı istemişti. O sırada kendisi kameranın arkasına geçip senaryosunu puro içerek izlemişti.
Onun Tanrısı kamera arkasında puro içiyor olabilir.

Kaptan yorgun bir adam değildi. Remzinin dediği gibi. Kaptan hareketliydi. Kendisi dursa ve sadece piposunu yaksa bile içinde ki alev yanar yanlanır. Fikirleri beyninde kabarırdı.
Ben bu kadar bilgili bir adam görmedim. Göremedim daha doğrusu. Kendimi bildim bileli bu limanın hizmetçisiyim. Limanda çok aşık gördüm. Çok canı yanan.
Çok içerlenip tek başına sigarasına kendisini ortak eden. Ağlayan, sızlayan. Belediyenin koyduğu banklara kusan. Sonra o bankı temizlemek için belediyeye talip olan.
Ekmek parası için çok şeyler yapanı gördüm. Kaptan ekmek parası için çalışmazdı. Onun bilgi dediği daha kutsal şeyler vardı. Her şeyi onun için yapardı.
Kendi tabularını kendi bilinciyle koyardı. Çok şey anlatmıştı bana. Bilginin sonsuzluğuna ve sayısızlığına karşı şüphesi yoktu. Bir yazar arkadaşı vardı. Filozof gibiydi.
O önemli olan bilgilerin kutsal olduğunu diğer bilgilerle uğraşmanın pek mantıklı gelmediğini söylerdi. Kaptan gülerdi. Ona göre her bilgi bir yere çıkabilirdi. En üst noktası kutsal bilgiydi.
O yüzden önemli bilgilerden başlayıp en derinine inmek yerine bunun tersi de en başına götüreceğini savunuyordu. Tecrübeyle gelen bilginin savunucusuydu. Yalnız pek emin değilim, yaşadığımız anları tekrar tekrar yaşarsak sıkılır mıyız?
Yoksa başka kişilerle yaşadığımız için tat mı alırız. Kaptan bunu pek umursamıyordu. Ona göre önemli olan tattığımız bu tecrübenin, diğerlerine de geçmesi için yardımcı olmaktı amacı onun.
Bir insan bu sebeple neden kaptan olur ben bilemem. Neden kaptan olduğunu sordum. Ölmeden bir gün önce. Konuşmamızı anlatmayacağım tabii burada, ulu orta. Neyse kaptan güzel bir adamdı ve öldü. Bu doğal bir şey.
Çünkü Onun sevdikleri ölmüştü. O da bu tecrübeyi tatmanız için yardımcı oldu."

"Abi hasta mısın? Bunu mu diyeceksin orada? Karısı falan var lan herifin. Adam limanda pavyona gidiyor mu diyeceksin?"

"Niye abi? Karısı geçen gün limana geldi, yanında bi herif. Adam Korsan tipli böyle. Öldürmeye çalışıyordu galiba Kaptanı."

"Manyak mısın sen ya? Karısı safın tekiydi. Bir gün sinirlenmiş. Korsan arıyorum diye çıkmış limanda insanlarla görüşmüş. Bi tane dolandırıcı. Ben sana bulurum demiş. Girmiş korsan kıyafetine. Keklemiş kadıncağızı. Parasını almış."

"E kaptan hakkaten vurulmuşsa?"

"Açtırma kutuyu söyletme kötüyü. Adamın kalbi mi tansiyonu mu ne varmış. O gün viagra kullanmış. İlaç verirlerkene gitmiş."

"Onu da doktorlara tattırdı yani."

"Allah senin de kaptanın anlattıklarının da belasını versin."

"Amin abi çay içer misin?"

"Bira içerim."

"Bira veremem, alttan bir şey alınca patron kızıyor."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder