I
titrek bir sokaktan,
sallanan bir tren geçiyor
ritmi o kadar yavaş ki
etil alkol kusacağım üstüne
mahallenin ağır abisinin öğrettiği küfürü,
heyecanla gökyüzüne savuran çocuklar gibiydi raylar.
şimdi görüyor ebesinin amını.
çok sessizdi ortalık,
kimse kimsenin yalnızlığına,
nehrine bulaşmıyordu.
şimdi halk komitesi kurmayı düşünüyoruz.
ulan yalnızlığa aşık, sessizliğe düşman olacağız gitseler.
sessizliğin gecesinden fışkıracak düşünceler.
II
arkasından itsek hızlanır mı be?
"düşünürken yürümek mi ulan bu?"
ne alakası var ya?
"ruhun ritmi yakalaması tanrıya ulaşması gibi bir şey"
"hangisi"
"durun hiç bir şey anlamadım"
sessizliğe kavuşuyorum yavaş yavaş..
III
güzel bir kız vardı bak hatırladım şimdi
kızı trendekine benzetmeye çalışıyorum..
oymuşcasına baksaydım,
rakıya meze çıkardı şimdi
of ulan!
IV
neyse..
önemli olanı,
çaktırmadan,
fark etmeden yaşıyoruz..
derin nefesi içten,
ışığı mumdan çekmeye çalışıyoruz.
V
ve yine fark etmiyoruz.
sanatın dayanılmaz gerçekliğinin çekiciliği
16 Temmuz 2011 Cumartesi
11 Mayıs 2011 Çarşamba
boş otobüs ve hayalet yolcular
şu elmaaltshift.com da ki 138 yasak kelime hikaye yarışmasına katıldım. 135 de olabilir. aynı zamanda dergilere öykü kasmaya devam. takılıyoruz öyle. bloğu boşluyorum falan. sansüre karşıyız. bi şiirim var. geri her halt aynı.
-
boş otobüs hayalet yolcularıyla ilerliyor
muavin yaktığı biletleri boş sigara paketine tıkıştırıyor
şöförün direksiyonu ruhuna göre dönüyor
güzergah asla bilinmiyor
yaptıkları son kaza da sokak lambasına çarpmışlardı
hayalet yolcular pencereden kaçıştılar
şöförün ossuruğuyla geri içeri doluştular
boş otobüsün farı rimelle kapanmadı
ağlayınca benzini yolun kenarına bulaştı
yaktığım kibriti üzerine atınca hepsi yandı
boş otobüs ve hayalet yolcular
hep kendi dertlerine sonuç olacaklar
diğer filmlerin jeneriğinde adları yok
çarptıkları trafik lambaları yıkılmıyor
kırdığı lambaların yerine mumlar konuluyor
insanlar asla değişmiyor
muavin bir sigara sarıyor
bazen ciğeri anasına küfrediyor
bütün olup biten bu
-
boş otobüs hayalet yolcularıyla ilerliyor
muavin yaktığı biletleri boş sigara paketine tıkıştırıyor
şöförün direksiyonu ruhuna göre dönüyor
güzergah asla bilinmiyor
yaptıkları son kaza da sokak lambasına çarpmışlardı
hayalet yolcular pencereden kaçıştılar
şöförün ossuruğuyla geri içeri doluştular
boş otobüsün farı rimelle kapanmadı
ağlayınca benzini yolun kenarına bulaştı
yaktığım kibriti üzerine atınca hepsi yandı
boş otobüs ve hayalet yolcular
hep kendi dertlerine sonuç olacaklar
diğer filmlerin jeneriğinde adları yok
çarptıkları trafik lambaları yıkılmıyor
kırdığı lambaların yerine mumlar konuluyor
insanlar asla değişmiyor
muavin bir sigara sarıyor
bazen ciğeri anasına küfrediyor
bütün olup biten bu
17 Mart 2011 Perşembe
devrim
dan!
vuruldum.
üstüm başım kan
yaram kandan değil,
ağlamaktan.
üzüntüm vurulmaktan değil,
savaşamamaktan.
-
libya devrimcilerini destekliyoruz. ben, bilincim ve duygularım.
vuruldum.
üstüm başım kan
yaram kandan değil,
ağlamaktan.
üzüntüm vurulmaktan değil,
savaşamamaktan.
-
libya devrimcilerini destekliyoruz. ben, bilincim ve duygularım.
15 Mart 2011 Salı
İşgüç
Bu aralar öykülerimi dergilere göndermeye kasıyorum. O yüzden boşladım biraz siteyi. Ama bir şiirim var.
-
satabileceğim hiç bir şey yok,
takas da yapamam.
bana biraz sevgi verseniz,
ne yapacağımı bilemem.
biraz nota verseniz,
üstüne söz yazamam.
saygı duysanız,
gerilip kasılamam.
ilah yapsanız,
korkutan bir put olamam.
zaten güzel de değilimdir.
bildiğim tek şey gerçekler.
onun da pek umursanacağını sanmıyorum.
size verebilecek hiç bir şeyim yok dostlarım.
ama bir kaç kuruşunuza hayır demem.
-
satabileceğim hiç bir şey yok,
takas da yapamam.
bana biraz sevgi verseniz,
ne yapacağımı bilemem.
biraz nota verseniz,
üstüne söz yazamam.
saygı duysanız,
gerilip kasılamam.
ilah yapsanız,
korkutan bir put olamam.
zaten güzel de değilimdir.
bildiğim tek şey gerçekler.
onun da pek umursanacağını sanmıyorum.
size verebilecek hiç bir şeyim yok dostlarım.
ama bir kaç kuruşunuza hayır demem.
28 Şubat 2011 Pazartesi
Blue Skies
Şöyle güzel bir hikaye yazıp; bazı dergilere gönderme niyetindeyim. Biraz onla uğraştığım için boşladım siteyi. Bir hikayemsi bir şey yazdım. Dil bilgisi hataları olabilir. Afyonum patlamamış zaten. Neyse.
-
Gökyüzü, bütün maviliği ile karşımdaydı. Bu anları çok az yakalıyordum. Hayır efendim. Ben bir hapishane de suçlu değilim. Ve gururla söyleyebilirim ki; hayatımda haram lokma yemedim.
Ben Abidin. Bir maden ocağında işçiyim. İznim yok değil. Ayda 4 günlük iznim var. İşlerin yoğun olmadığı zaman izin alabiliyorum. Ve izninizle bu vakitlerde ne hayatın anlamını düşünürüm. Ne de gökyüzüne bakarım.
Eğer hayatın anlamını öğrenmek istersem; ya da düşünürsem; maden ocakları mükemmel bir yerdir. İnsanoğlu alışarak yaptığı fiziksel şeyden; bağımsız olarak; hayal kurabilir, düşünebilir.
Aklınıza ne geldi bilmem. Benim de başta geldi güldüm. Ama öyle değil. Bir yiğenim var. Memed. 14 yaşında eşşek sıpası. Bi' yandan düşünüyor, bi'yandan oyun oynuyor. Diyor; "Bak amca, şimdi adam şurdan çıkar kesin."
Tabii bunun pratikten doğan fikirlerle alakası yok. Memed'in konusunun var. Bizim konu alışkanlıkla ilgili. Haftada bir, patronun en yakın adamlarından biri gelir, bizim şef ile görüşür, gider.
Şef bizim aslında enişte. Kuzenim Nehir'in beyi. Bu işe girmemde de çok yardımcı oldu. Allah razı olsun. Şef bunla görüşürken yanında bir adam da çağırır. Neden bilmiyorum.
Zaten ocakların dışında, yakında; bir ofis gibi bir şey var. Binadan bağımsız. Dışarıdan bakıyorsun oda gibi. Revir sanki. Orada görüşür bizimkiler. Kapının dışında bir de, Patron yakını'nın adamı var.
Arif. Arif ile biz dışarıda dururuz. İçeride iki adam daha varmış. Arif ile dışarıda durur sigara içeriz. Arif Cemal içer. Eskiden ben de içerdim; ama askerden geldikten sonra tadı bir değişti.
Bana ikram eder. Alır bir tane yakarım. Bir tane ama. Vücüduma hakimimdir. Bir taneden fazla içmem. Hem maden öksürtür. Hem de bu meret. Neyse. Bu sıralar da Arif'in afyonu patlamışsa konuşuruz.
Patlamamışsa bütün doğallığı ve güzelliği ile gökyüzüne bakarım. Etkilenirim. Arif dumanı yüzüme üflemeye çalışır. Küfrederim orospu çocuğuna bulutları kirletiyor diye.
Şef ile çıkarken dışarı da bakarım. Karanlığın etrafından birden mükemmel mavilikte gökyüzü. İşte kafamda o zaman akustik bir gitar çalmaya başlar. Bi' tane minik velet var. Memed izletti. Göt kadar boyuyla neler çalıyor.
Bir de savaş çıkınca. Buranın asıl patronu, gâvur. Askerler geldi. Patron vatan hainliği yapıp, buraya saklayabilirmiş askerleri. Ben askerliği komando yaptım diye; verdiler elime silahı. Giydirttiler kuşaklarını.
Neyse, birazdan çıkıp gökyüzüne bakacağım. Ondan sonra vurulurum heralde. Vurulunca kendimi yere bırakır; bilinçli ve kasıtlı olarak ölürüm. Bu mektubu kömürlerden yaptığım minik heykellerim için bırakıyorum.
Komutan söz verdi; bunları askeri müzeye koyacakmış şehit olursam. Haydi hayırlısı. Annemin ellerinden öperim.
-
Blue skies; over my head.
Give me another reason; to get out of bed.
Blue skies; shine on my face.
Give me another woman; to take her place.
Tom Waits yeni albüm çıkartıyor ya. Çok heyecanlıyım.
-
Gökyüzü, bütün maviliği ile karşımdaydı. Bu anları çok az yakalıyordum. Hayır efendim. Ben bir hapishane de suçlu değilim. Ve gururla söyleyebilirim ki; hayatımda haram lokma yemedim.
Ben Abidin. Bir maden ocağında işçiyim. İznim yok değil. Ayda 4 günlük iznim var. İşlerin yoğun olmadığı zaman izin alabiliyorum. Ve izninizle bu vakitlerde ne hayatın anlamını düşünürüm. Ne de gökyüzüne bakarım.
Eğer hayatın anlamını öğrenmek istersem; ya da düşünürsem; maden ocakları mükemmel bir yerdir. İnsanoğlu alışarak yaptığı fiziksel şeyden; bağımsız olarak; hayal kurabilir, düşünebilir.
Aklınıza ne geldi bilmem. Benim de başta geldi güldüm. Ama öyle değil. Bir yiğenim var. Memed. 14 yaşında eşşek sıpası. Bi' yandan düşünüyor, bi'yandan oyun oynuyor. Diyor; "Bak amca, şimdi adam şurdan çıkar kesin."
Tabii bunun pratikten doğan fikirlerle alakası yok. Memed'in konusunun var. Bizim konu alışkanlıkla ilgili. Haftada bir, patronun en yakın adamlarından biri gelir, bizim şef ile görüşür, gider.
Şef bizim aslında enişte. Kuzenim Nehir'in beyi. Bu işe girmemde de çok yardımcı oldu. Allah razı olsun. Şef bunla görüşürken yanında bir adam da çağırır. Neden bilmiyorum.
Zaten ocakların dışında, yakında; bir ofis gibi bir şey var. Binadan bağımsız. Dışarıdan bakıyorsun oda gibi. Revir sanki. Orada görüşür bizimkiler. Kapının dışında bir de, Patron yakını'nın adamı var.
Arif. Arif ile biz dışarıda dururuz. İçeride iki adam daha varmış. Arif ile dışarıda durur sigara içeriz. Arif Cemal içer. Eskiden ben de içerdim; ama askerden geldikten sonra tadı bir değişti.
Bana ikram eder. Alır bir tane yakarım. Bir tane ama. Vücüduma hakimimdir. Bir taneden fazla içmem. Hem maden öksürtür. Hem de bu meret. Neyse. Bu sıralar da Arif'in afyonu patlamışsa konuşuruz.
Patlamamışsa bütün doğallığı ve güzelliği ile gökyüzüne bakarım. Etkilenirim. Arif dumanı yüzüme üflemeye çalışır. Küfrederim orospu çocuğuna bulutları kirletiyor diye.
Şef ile çıkarken dışarı da bakarım. Karanlığın etrafından birden mükemmel mavilikte gökyüzü. İşte kafamda o zaman akustik bir gitar çalmaya başlar. Bi' tane minik velet var. Memed izletti. Göt kadar boyuyla neler çalıyor.
Bir de savaş çıkınca. Buranın asıl patronu, gâvur. Askerler geldi. Patron vatan hainliği yapıp, buraya saklayabilirmiş askerleri. Ben askerliği komando yaptım diye; verdiler elime silahı. Giydirttiler kuşaklarını.
Neyse, birazdan çıkıp gökyüzüne bakacağım. Ondan sonra vurulurum heralde. Vurulunca kendimi yere bırakır; bilinçli ve kasıtlı olarak ölürüm. Bu mektubu kömürlerden yaptığım minik heykellerim için bırakıyorum.
Komutan söz verdi; bunları askeri müzeye koyacakmış şehit olursam. Haydi hayırlısı. Annemin ellerinden öperim.
-
Blue skies; over my head.
Give me another reason; to get out of bed.
Blue skies; shine on my face.
Give me another woman; to take her place.
Tom Waits yeni albüm çıkartıyor ya. Çok heyecanlıyım.
20 Şubat 2011 Pazar
Kaptanın Cenaze Töreni
Kafam dağınık bu aralar. Öylesine yazdığım bir hikayemi paylaşıyorum. Pek gurur duyduğumu söyleyemem.
-
"Denize bakan ama çok yalnız olan bir şehrim var. Belki çiftler bakınca dolu dolu görüyorlardır. Ben genellikle denize yalnız bakarım. Çok pürüzsüz, çöpsüz çupsuzdur. Kendime benzetirim. Arkama bakınca hiç pişmanlığım
yok. Kurallara göre oynayan bir adamım ben. Biraz safım ama. Kuralları asla değiştirmedim ve çaba göstermedim. Yeni öğrendiğim şeyleri kurallarıma katmadım ve kurallarımla yalnız kalmadım.
En korktuğum ve nefret ettiğim şey pişmanlık. Bunu yalnız bütün duygulardan arınmışken söyleyebilirim. Ama yeri gelir bi' duyguya saplanırım, duyguyu hiç düşünmeden mantığımla savaşırım.
Ardından yine gelir en nefret ettiğim an, duygumla savaşmak. İşin kötüsü yeniliyorum. Yenilmekte isterdim hani, haksız değil. Ama yenilsem yeni bir savaşa kalkmıyor ki. Hadi düzeltelim şu işi.
Yok öyle şey. Yenilmiş bir biçimde savaştan çıkan ölü askerler gibi oturuyoruz. Bu arada orospu çocuğu duygulara yönelik prim yapan yazar bozması çakallardan nefret ederim.
Şerefsizin evlatları prim yapıyorlar ya. Bunun sebebi de bizleriz zaten. Neyse ben de ne anlatıyorum. Cenaze konuşmam. Evet.
Limanın yanındaki kafede garsonum ben. Kaptan ve arkadaşları genellikle buraya takılır. Öhm. Bizim kafenin altında pavyon demeye gücüm yetmeyecek, böyle amerikanvari bir bar var.
Hani amerika pavyonları gibi. Hiç gitmedim birleşik devletlere, ama karıların çoğu ordan getirme. Zaten blues midir, blues rock mudur, bir şey çalıyorlar. Anlamaya akıl sır ermez.
Bizim eski patron ülkemiz cumhuriyet sistemine geçmeden önce ki kralın yiğeninin oğluydu. Kral yiğenine kendi yaptığı bu limanın yanındaki arsaları tahsis etmiş.
Çok iyi bir adamdı. Namazında niyazında tabiriyle. Ondan bu yeri kızının kayınbabası aldı. Erkek çocuğu olmadı bizim ex-patronun. Yeni patronun oğlu 5 sene geçmeden öldü.
Patron gelinini kendine almak istedi. Almakla kalmadı ondan bi tane çocuk yaptı. Çocuğu amerikalarda okutmak istedi. Gönderdi amerikaya. Tüccar kafalı aile. Okur mu? 2-3 bara girdi geldi. Kafenin altını bar yapmak istedi.
Sonra bizim kafenin altındaki deponun duvarlarını yıkıp, limana gizlice sokulan konteynırlar buldular. Eroin dolu işi. Önce polise şikayet etmek gerekir diye şikayet edecekti. Sonra polisle anlaşma yapıp,
bizim alt depoyu genişletti. Konteynırlar hala sağda solda gizlenir, malların bir kısmı bizim amerikan pavyonunda satılır. Neyse. Kaptan çok sık gelirdi buraya. Hem pastahaneye hem pavyona.
Benim masum ve saf bi suratım varmış. Kaptan öyle derdi. O yüzden Kaptan "Sana hayatta ki gerçekleri öğreteceğim." derdi. Hayatta ki gerçekler zaten hayattadır diyince, "Hayatın öncesinde; hayatın içinde ama aynı
zamanda hayatın dışındadır. Tanrının çivi kullanmadan astığı panosundadır." "İğne." derdim bunu deyince kaptana. Bizim burada da bazen öyle sağa sola asılması gereken ilanlar oluyor. İğneliyorum onları.
Ya da şeften 5 lira alıyorum. Cikletler alıyorum. Çiğneyip altına yapıştırıyoruz. Gerçi Kaptanın Tanrısının sakız çiğnediğini sanmam. Pipo tüttürüyordur. Yönetmen arkadaşı vardı. Arada gelirlerdi.
Ona göre kader senaryoydu. Bir keresinde ek para için sadece şu mikrofonları tutmamı istemişti. O sırada kendisi kameranın arkasına geçip senaryosunu puro içerek izlemişti.
Onun Tanrısı kamera arkasında puro içiyor olabilir.
Kaptan yorgun bir adam değildi. Remzinin dediği gibi. Kaptan hareketliydi. Kendisi dursa ve sadece piposunu yaksa bile içinde ki alev yanar yanlanır. Fikirleri beyninde kabarırdı.
Ben bu kadar bilgili bir adam görmedim. Göremedim daha doğrusu. Kendimi bildim bileli bu limanın hizmetçisiyim. Limanda çok aşık gördüm. Çok canı yanan.
Çok içerlenip tek başına sigarasına kendisini ortak eden. Ağlayan, sızlayan. Belediyenin koyduğu banklara kusan. Sonra o bankı temizlemek için belediyeye talip olan.
Ekmek parası için çok şeyler yapanı gördüm. Kaptan ekmek parası için çalışmazdı. Onun bilgi dediği daha kutsal şeyler vardı. Her şeyi onun için yapardı.
Kendi tabularını kendi bilinciyle koyardı. Çok şey anlatmıştı bana. Bilginin sonsuzluğuna ve sayısızlığına karşı şüphesi yoktu. Bir yazar arkadaşı vardı. Filozof gibiydi.
O önemli olan bilgilerin kutsal olduğunu diğer bilgilerle uğraşmanın pek mantıklı gelmediğini söylerdi. Kaptan gülerdi. Ona göre her bilgi bir yere çıkabilirdi. En üst noktası kutsal bilgiydi.
O yüzden önemli bilgilerden başlayıp en derinine inmek yerine bunun tersi de en başına götüreceğini savunuyordu. Tecrübeyle gelen bilginin savunucusuydu. Yalnız pek emin değilim, yaşadığımız anları tekrar tekrar yaşarsak sıkılır mıyız?
Yoksa başka kişilerle yaşadığımız için tat mı alırız. Kaptan bunu pek umursamıyordu. Ona göre önemli olan tattığımız bu tecrübenin, diğerlerine de geçmesi için yardımcı olmaktı amacı onun.
Bir insan bu sebeple neden kaptan olur ben bilemem. Neden kaptan olduğunu sordum. Ölmeden bir gün önce. Konuşmamızı anlatmayacağım tabii burada, ulu orta. Neyse kaptan güzel bir adamdı ve öldü. Bu doğal bir şey.
Çünkü Onun sevdikleri ölmüştü. O da bu tecrübeyi tatmanız için yardımcı oldu."
"Abi hasta mısın? Bunu mu diyeceksin orada? Karısı falan var lan herifin. Adam limanda pavyona gidiyor mu diyeceksin?"
"Niye abi? Karısı geçen gün limana geldi, yanında bi herif. Adam Korsan tipli böyle. Öldürmeye çalışıyordu galiba Kaptanı."
"Manyak mısın sen ya? Karısı safın tekiydi. Bir gün sinirlenmiş. Korsan arıyorum diye çıkmış limanda insanlarla görüşmüş. Bi tane dolandırıcı. Ben sana bulurum demiş. Girmiş korsan kıyafetine. Keklemiş kadıncağızı. Parasını almış."
"E kaptan hakkaten vurulmuşsa?"
"Açtırma kutuyu söyletme kötüyü. Adamın kalbi mi tansiyonu mu ne varmış. O gün viagra kullanmış. İlaç verirlerkene gitmiş."
"Onu da doktorlara tattırdı yani."
"Allah senin de kaptanın anlattıklarının da belasını versin."
"Amin abi çay içer misin?"
"Bira içerim."
"Bira veremem, alttan bir şey alınca patron kızıyor."
-
"Denize bakan ama çok yalnız olan bir şehrim var. Belki çiftler bakınca dolu dolu görüyorlardır. Ben genellikle denize yalnız bakarım. Çok pürüzsüz, çöpsüz çupsuzdur. Kendime benzetirim. Arkama bakınca hiç pişmanlığım
yok. Kurallara göre oynayan bir adamım ben. Biraz safım ama. Kuralları asla değiştirmedim ve çaba göstermedim. Yeni öğrendiğim şeyleri kurallarıma katmadım ve kurallarımla yalnız kalmadım.
En korktuğum ve nefret ettiğim şey pişmanlık. Bunu yalnız bütün duygulardan arınmışken söyleyebilirim. Ama yeri gelir bi' duyguya saplanırım, duyguyu hiç düşünmeden mantığımla savaşırım.
Ardından yine gelir en nefret ettiğim an, duygumla savaşmak. İşin kötüsü yeniliyorum. Yenilmekte isterdim hani, haksız değil. Ama yenilsem yeni bir savaşa kalkmıyor ki. Hadi düzeltelim şu işi.
Yok öyle şey. Yenilmiş bir biçimde savaştan çıkan ölü askerler gibi oturuyoruz. Bu arada orospu çocuğu duygulara yönelik prim yapan yazar bozması çakallardan nefret ederim.
Şerefsizin evlatları prim yapıyorlar ya. Bunun sebebi de bizleriz zaten. Neyse ben de ne anlatıyorum. Cenaze konuşmam. Evet.
Limanın yanındaki kafede garsonum ben. Kaptan ve arkadaşları genellikle buraya takılır. Öhm. Bizim kafenin altında pavyon demeye gücüm yetmeyecek, böyle amerikanvari bir bar var.
Hani amerika pavyonları gibi. Hiç gitmedim birleşik devletlere, ama karıların çoğu ordan getirme. Zaten blues midir, blues rock mudur, bir şey çalıyorlar. Anlamaya akıl sır ermez.
Bizim eski patron ülkemiz cumhuriyet sistemine geçmeden önce ki kralın yiğeninin oğluydu. Kral yiğenine kendi yaptığı bu limanın yanındaki arsaları tahsis etmiş.
Çok iyi bir adamdı. Namazında niyazında tabiriyle. Ondan bu yeri kızının kayınbabası aldı. Erkek çocuğu olmadı bizim ex-patronun. Yeni patronun oğlu 5 sene geçmeden öldü.
Patron gelinini kendine almak istedi. Almakla kalmadı ondan bi tane çocuk yaptı. Çocuğu amerikalarda okutmak istedi. Gönderdi amerikaya. Tüccar kafalı aile. Okur mu? 2-3 bara girdi geldi. Kafenin altını bar yapmak istedi.
Sonra bizim kafenin altındaki deponun duvarlarını yıkıp, limana gizlice sokulan konteynırlar buldular. Eroin dolu işi. Önce polise şikayet etmek gerekir diye şikayet edecekti. Sonra polisle anlaşma yapıp,
bizim alt depoyu genişletti. Konteynırlar hala sağda solda gizlenir, malların bir kısmı bizim amerikan pavyonunda satılır. Neyse. Kaptan çok sık gelirdi buraya. Hem pastahaneye hem pavyona.
Benim masum ve saf bi suratım varmış. Kaptan öyle derdi. O yüzden Kaptan "Sana hayatta ki gerçekleri öğreteceğim." derdi. Hayatta ki gerçekler zaten hayattadır diyince, "Hayatın öncesinde; hayatın içinde ama aynı
zamanda hayatın dışındadır. Tanrının çivi kullanmadan astığı panosundadır." "İğne." derdim bunu deyince kaptana. Bizim burada da bazen öyle sağa sola asılması gereken ilanlar oluyor. İğneliyorum onları.
Ya da şeften 5 lira alıyorum. Cikletler alıyorum. Çiğneyip altına yapıştırıyoruz. Gerçi Kaptanın Tanrısının sakız çiğnediğini sanmam. Pipo tüttürüyordur. Yönetmen arkadaşı vardı. Arada gelirlerdi.
Ona göre kader senaryoydu. Bir keresinde ek para için sadece şu mikrofonları tutmamı istemişti. O sırada kendisi kameranın arkasına geçip senaryosunu puro içerek izlemişti.
Onun Tanrısı kamera arkasında puro içiyor olabilir.
Kaptan yorgun bir adam değildi. Remzinin dediği gibi. Kaptan hareketliydi. Kendisi dursa ve sadece piposunu yaksa bile içinde ki alev yanar yanlanır. Fikirleri beyninde kabarırdı.
Ben bu kadar bilgili bir adam görmedim. Göremedim daha doğrusu. Kendimi bildim bileli bu limanın hizmetçisiyim. Limanda çok aşık gördüm. Çok canı yanan.
Çok içerlenip tek başına sigarasına kendisini ortak eden. Ağlayan, sızlayan. Belediyenin koyduğu banklara kusan. Sonra o bankı temizlemek için belediyeye talip olan.
Ekmek parası için çok şeyler yapanı gördüm. Kaptan ekmek parası için çalışmazdı. Onun bilgi dediği daha kutsal şeyler vardı. Her şeyi onun için yapardı.
Kendi tabularını kendi bilinciyle koyardı. Çok şey anlatmıştı bana. Bilginin sonsuzluğuna ve sayısızlığına karşı şüphesi yoktu. Bir yazar arkadaşı vardı. Filozof gibiydi.
O önemli olan bilgilerin kutsal olduğunu diğer bilgilerle uğraşmanın pek mantıklı gelmediğini söylerdi. Kaptan gülerdi. Ona göre her bilgi bir yere çıkabilirdi. En üst noktası kutsal bilgiydi.
O yüzden önemli bilgilerden başlayıp en derinine inmek yerine bunun tersi de en başına götüreceğini savunuyordu. Tecrübeyle gelen bilginin savunucusuydu. Yalnız pek emin değilim, yaşadığımız anları tekrar tekrar yaşarsak sıkılır mıyız?
Yoksa başka kişilerle yaşadığımız için tat mı alırız. Kaptan bunu pek umursamıyordu. Ona göre önemli olan tattığımız bu tecrübenin, diğerlerine de geçmesi için yardımcı olmaktı amacı onun.
Bir insan bu sebeple neden kaptan olur ben bilemem. Neden kaptan olduğunu sordum. Ölmeden bir gün önce. Konuşmamızı anlatmayacağım tabii burada, ulu orta. Neyse kaptan güzel bir adamdı ve öldü. Bu doğal bir şey.
Çünkü Onun sevdikleri ölmüştü. O da bu tecrübeyi tatmanız için yardımcı oldu."
"Abi hasta mısın? Bunu mu diyeceksin orada? Karısı falan var lan herifin. Adam limanda pavyona gidiyor mu diyeceksin?"
"Niye abi? Karısı geçen gün limana geldi, yanında bi herif. Adam Korsan tipli böyle. Öldürmeye çalışıyordu galiba Kaptanı."
"Manyak mısın sen ya? Karısı safın tekiydi. Bir gün sinirlenmiş. Korsan arıyorum diye çıkmış limanda insanlarla görüşmüş. Bi tane dolandırıcı. Ben sana bulurum demiş. Girmiş korsan kıyafetine. Keklemiş kadıncağızı. Parasını almış."
"E kaptan hakkaten vurulmuşsa?"
"Açtırma kutuyu söyletme kötüyü. Adamın kalbi mi tansiyonu mu ne varmış. O gün viagra kullanmış. İlaç verirlerkene gitmiş."
"Onu da doktorlara tattırdı yani."
"Allah senin de kaptanın anlattıklarının da belasını versin."
"Amin abi çay içer misin?"
"Bira içerim."
"Bira veremem, alttan bir şey alınca patron kızıyor."
17 Şubat 2011 Perşembe
Diyalog 3
Şöyle farklı farklı insanlar tanısam, onları nesnelleştirip diyaloğunu oluştursam çok zevkli olur da. Ben niye Woody Allen'ı seviyorum bilmiyorum. Yine Diana ve Woody'i hayal ederek yapılmış bi diyalog. Da pek içime sinmedi bu, kısmet.
-
+Almışsın eline mavi ceketini, kendini dünyanın en yakışıklı adamı sanıyosun!
-Bi kere bu mavi değil turkuaz. İkincisi ceket ya da gömlek gibi şeyler giymemin sebebi kendimi daha rahat hissetmem.
+Öz güven eksikliği.
-Alakası yok. Öz güven eksikliği ne biliyor musun? Yaptığın gibi mağazaya gidip ince bedenler için olan pantolonu seçip orada denememen, bu öz güven eksikliği. Ha sen salaklığı da ima ettiysen; kızın "Hanfendi galiba bu size olmayacak" dediğinde "Ben hep düşük bel giyerim." demen.
+Ne alakası var?
-İşte ben de onu diyorum. Hiç bir alakası yok.
+Konuyu saptırma. Kıyafetler kişiyi seçer, kişi kıyafetleri değil.
-Modacıları kim seçiyor? Hükümet mi?
+Hayır. Anlatmak istediğim o değildi. Mesela şu mavi turkuaz ceketin seni aslında seçmemiş sen zorla almışsın.
-Yok bizim ki görücü usulü. Annem beğenmiş, bana uygun gördü, gittik istedik bizde. Başlık parasında da anlaştık aldık.
+Çok komiksin.
-Peki bir şey soracağım, kuaför ne?
+Ne demek ne?
-Elbiseler bizi seçiyor, saçlar ne?
+Kuaför Kadının güzelliğ..
-Ya bırak allasen, sosyal demokrat diye geçinen site kemalistleriyle dedikodu bütün amaç.
+Ya 17 yaşındaki kız da gidiyor, 70 yaşındaki de. Hepsi mi aynı? Hem madem öyle sen niye saçını kestirmiyorsun?
-Ben de onu diyorum ya, bırakıyorum gidiyorlar. Sen hiç kuaföre giden ağaç gördün mü? Yeri geliyor 0'a vurduruyor, yeri geliyor uzatıyor.
-
+Almışsın eline mavi ceketini, kendini dünyanın en yakışıklı adamı sanıyosun!
-Bi kere bu mavi değil turkuaz. İkincisi ceket ya da gömlek gibi şeyler giymemin sebebi kendimi daha rahat hissetmem.
+Öz güven eksikliği.
-Alakası yok. Öz güven eksikliği ne biliyor musun? Yaptığın gibi mağazaya gidip ince bedenler için olan pantolonu seçip orada denememen, bu öz güven eksikliği. Ha sen salaklığı da ima ettiysen; kızın "Hanfendi galiba bu size olmayacak" dediğinde "Ben hep düşük bel giyerim." demen.
+Ne alakası var?
-İşte ben de onu diyorum. Hiç bir alakası yok.
+Konuyu saptırma. Kıyafetler kişiyi seçer, kişi kıyafetleri değil.
-Modacıları kim seçiyor? Hükümet mi?
+Hayır. Anlatmak istediğim o değildi. Mesela şu mavi turkuaz ceketin seni aslında seçmemiş sen zorla almışsın.
-Yok bizim ki görücü usulü. Annem beğenmiş, bana uygun gördü, gittik istedik bizde. Başlık parasında da anlaştık aldık.
+Çok komiksin.
-Peki bir şey soracağım, kuaför ne?
+Ne demek ne?
-Elbiseler bizi seçiyor, saçlar ne?
+Kuaför Kadının güzelliğ..
-Ya bırak allasen, sosyal demokrat diye geçinen site kemalistleriyle dedikodu bütün amaç.
+Ya 17 yaşındaki kız da gidiyor, 70 yaşındaki de. Hepsi mi aynı? Hem madem öyle sen niye saçını kestirmiyorsun?
-Ben de onu diyorum ya, bırakıyorum gidiyorlar. Sen hiç kuaföre giden ağaç gördün mü? Yeri geliyor 0'a vurduruyor, yeri geliyor uzatıyor.
Etiketler:
annie hall,
diyalog,
gözlem,
oyun,
sinema,
woody allen
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)